Röportaj

Turgut Tuna ile röportaj

Turgut Tuna ile konuşmak hiç kolay değil. Bir soru soracaksanız, öznesi yüklemi ve sonunda soru işareti olmalı. Yoksa kaşlarını kaldırarak “bu soruyla ne demek istediğinizi anlamadım!” diyebilir.
Açık sözlü biri ve inanılmaz alçak gönüllü… Yanına gidiş amacınızı ve soracağınız soruların içeriğini iyi bilmeniz lazım. Soracağınız bir soru yoksa sadece sohbet etmek istiyorsanız niyetinizi bilmesi lazım, niyetinizi sezerse soracağınız o kadar çok soru çıkıyor kisaatlerce konuşmak istiyorsunuz.


Nitekim de öyle oldu. Bize sadece atölyesinin kapılarını değil gönlünün kapılarını açtı Turgut Tuna.

Bildiğiniz her şeye bu kocaman yürekli adamın anlam vermesini istedik, bildiğimiz her şeyi en başından öğrenmek istedik söyleşi boyunca. Açık sözlü dedik ya…

Merhum Nevzat Kara bir gün “hocam kendinizi çok beğeniyormuşsunuz öyle duydum” demiş. Tuna bunun üzerine “Kendimi beğeniyorum evet ama kendimi beğenmeye çalışmasaydım bugünlere gelmezdim. Kendimi beğenebilmek için çok emek harcadım. Sende kendini beğenmeğe çalışıyorsun, herkes kendini beğenmeye çalışıyor ama kimi hak ediyor kimi hak etmiyor” demiş.

Peki ya tahsil görmemiş bu Kara Şair’i okuldaki öğrencilere ders vermek için çağıran Tuna ne düşünüyordu onun hakkında?

“Nevzat işlenmemiş bir dehaydı. Eğitimini kendi tamamlamış biri. O nedenle öğrencilere örnek olması için okulda eğitime başladı. Öğrencilere ders verdiği yanlış bir tanım. Başarmak istediklerini öğrencilere yapmak istedi. Eksik kalan yanlarını tamamlamak Nevzat’ın en güzel yanıydı. Fikir edinen, fikir alışverişinde bulunan hayatı güzel bulmaya çalışan bir teknisyendi.”

Tuna’ya göre “sanatçı bir anlamda öğretmendir, kaçınılmaz olarak.” Tahsil görmesinin yanında kendini yetiştirmiş olması da önemli. Velev ki “Öğretmen anlaşılır kılan adamdır. Eğitimin sloganı budur. Eğitimci olmak çok problemi aşmış olmayı gerektirir. Kompleksiz olmayı gerektirir. Benim öğrencilerden çok bir farkım yoktu. Tek fark onlardan 10 adım önde olmam. Öğrencilerimden bana hayran olunacak bir adam olmayı istemedim. Bu birazda dönemim aldığım eğitimle ilgili. Babam Halit Tuna Köy Enstitülerin kurucularından Hasan Ali Yücel’den teşekkür mektubu almış o dönemin öğretmenlerindendi. O dönem çok güzel bir eğitim sistemi oluşturulmuştu.”

Devam ediyor anlatmaya. Gönlünün kapılarını açtı demiştik ya. Gönlünden geçen o güzel ve inanılmaz günleri, kısaca okulun açılış sürecini ve nasıl devam ettiğini, bugünler nasıl geldiğini anlatıyor hocamız. Can kulağı ile onu dinliyoruz.

Tuna İznik’e bir Yüksek Okul kurmak için görevlendiriyor.

Yıl 1995.

13–14 öğrenci geliyor İznik’e Yüksek Okula kayıt yaptırmak için. Öğrenciler şöyle diyor: “Okula geldik, okul yok. İnşaat gibi görünen pencereleri yeni takılmış soğuk hava deposu var.”

Çok geçmeden Tuna Serçe marka otomobiliyle okula geliyor, öğrenci yok. “Nerede öğrenciler?” diyor görevliye. “Garajda!” diyor görevli.

Tuna Serçe’siyle garaja vınlıyor.

“Ne oldu çocuklar, nereye?”
“Hocam okul yok!”
“Var çocuklar, gelin…”
“Ama orası soğuk hava deposu ya!”
“Ya çocuklar, hızlı soğuyan yer hızlı ısınır, siz gelin. Bana on gün mühlet verin, on gün sonra sıralarınızda olacak.”
“Ama kalacak yerimiz yok!”
“Gelin, kalacak yer var.”

Nerede kaldı bu öğrenciler hocam?

“Halk eğitim lojmanı vardı kullanılmayan, yatakhane yaptık orasını. Parasız öğrenciler vardı. Onlara da yemekler yaptık. Bir nevi şölenler düzenledik, güzel günlerdi. Kız erkek karışık öğrencilerdi bunlar. Serçemle taşıdım onları.”

Okula on günde sıralar getirdiniz. Ve bir önceki söyleşimizde de 15 gün gibi bir süre içerisinde malzemeler getirdiğinizi söylemiştiniz. Nasıl bir sistemle başladı okul, neler yapıldı?

“Okul faaliyete geçtiğinde öğrencilere iş bulmak gayesindeydik. Ders programları düzenledik. Felsefe dersi koyduk müfredata. Ahmet Cevizci geldi felsefe dersleri vermeye. Çocuklar anlamlı düşünmenin ne kadar önemli olduğunu anladılar. Daha sonra kaldırıldı. Birde Hüseyin Uçan vardı müdür yardımcımız olarak. Babamın öğrencisidir kendisi. 80’li yılların ortalarında tanıştık kendisiyle. Resim öğretmenliğini kazanmış, Seramik’ten de etkilenerek kariyerini bu doğrultuda devam ettirmişti. On yıl sonra yine karşılaşacağız demiştim. 11 yıl sonra karşılaştık. Seramik bölümünü açtı kendisi. Seramik dersleri vermeye başladı.”

Felsefe dersi neden kaldırıldı?

“Felsefe dersinin kaldırılmasına bir anlam veremedim. Bir çocuğa havuz probleminden önce bardak problemi öğretilmeli. Akıl eğitimi, beden eğitimi verilmeli. Antik yunanda beden eğitimi veriliyordu. Dans eğitimi estetik bir heyecan eğitimidir. Duygu eğitimi ifade eğitimidir. Türkiye’nin en iyi ders programıydı bizimkisi. Çoğu okul model aldı. Diğer okullarda öğrencilerin %10’u iş bulurken okulumuzun %90’ı iş sahibi oldu.”

Dans demişken Atatürk’ün Fransa’da danstan etkilendiğini söylüyoruz.

“Evet, tabi, Atatürk hem zeybek yapıyor hem vals yapıyordu.”

“Sistemimiz böyleydi. Bana göre öğretmen hem bir sanatçı hem de bilim adamıdır. Fizik’in sebebi ve sonucu anlatılmadan anlatılırsa bir işe yaramaz, bu sebep ve sonucu sanatçı merak eder zaten.”

Zamanınızdaki eğitim sistemi farklıydı herhalde!

“Bu anlamda ben çok şanslıyım. Evet, benim dönemimdeki eğitim sistemi farklıydı, profesörler giriyordu derslerimize. Bana kalırsa, profesörler bir müddet sonra ilkokulda öğretmen olması lazım. Kendi kültürünü aksetmesi lazım. Olur mu? Hiç zannetmiyorum. Ama doğru olduğuna inanıyorum. Bunu bir şehir efsanesi olarak anlatıyorum. Bunu size niye anlatıyorum? Belki siz ilerde aklı başında yöneticiler olursunuz.”

Bu konuda bir ümidiniz var mı?

“Ümidimi hep saklıyorum. Deha, topluma bir lütuftur. Dahiler çok azdır. Deha eğitimcisiyim. Babamda öyleydi.”

İznik’te güzel bir Yüksek Okul için ümidini kaybetmeyen Tuna, protokolden yöneticilerle görüşmeye gider. Sorarlar: “hoca Yüksek Okul İznik’e ne katıyor?”

“Yüksek okul en azından ekonomik değer katıyor.” diye başlar Tuna, “Artı, kültür de katacaktır. Bakın biz gelmeden evvel İznikliler kışı geçirmek için birbirinden borç alırdı. Bu sorun ortadan kalktı. Daha nasıl yardımcı olsun? Okul hakkında düşüncelerin değişmesi gerekiyor. Şartlar değişmeli, öğrencilere bakış açınız değişmeli.”

“Şimdi bazı öğrencilerim arıyor ‘hocam ne günlerdi ama hiç unutmayacağım’ diyorlar. ‘Sizden çok şey öğrendik’ İşte bir öğretmenin sınavı yıllar sonra sonuç veriyor. Bu da sağlaması yapılmış bir matematik problemi gibi mutluluk veriyor. Size tavsiyen öğretmen olun. Beğenmediğiniz öğretmenlerde ne varsa onları olmayın, öğretmen olun. Bu ülkenin başarılı öğretmenlere ihtiyacı var.”
.
Nitekim değişmeye başlıyor görüşler. Değişmemesi mümkün değil ki! Resmiyetin değil de zihniyetin kurduğu bir müfredat da öğrenci olmayanlarında okula girebileceği bir okul oluyor Yüksek Okul.

Yani “Öğrenmeye açlığınız varsa buyurun. Okulda boş sıra varsa sizde oturun.”

Okul bu sistem ile devam ederken 2000’e bir kala deprem olur ve öğrenciler okul bahçesinde sabahlar, sonraki günlerde okulda kalarak sıralar üzerinde yatıp kalkarlar. Böyle günler ve geceler atlatılır. Sorunlar ve çözümler baş başa üretilir.

“Çarşamba sohbetleri başladı.” diye devam ediyor hocamız. “Her konu konuşuldu, çözüm bulundu. Münazaralar yapıldı.

Gülümseyip kahvesinden bir yudum aldıktan sonra derin bir nefes alıyor.


“Büyük bir sınav verildi. Yaralar alındı, yaralar sarıldı. Kabuk bağladı, kiminin izi kaldı. Mutlaka bu memleketin genç, parlak zekâlara ihtiyacı vardır.”

Okuldan emekli olduktan sonra, burada yaşamaya karar verdiniz. Bunun İznik’e olan sevdanızdan dolayı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevabını vermeden önce yüksek lisans tezi olan Ebul Kasım Çini Defterini’nin Teknolojik Analizinin “Bir Anı” adlı bölümü okumamızı istiyor.

Üniversiteye başladığı ilk yıl Çinicilik Tarihi dersinde Prof. Hakkı İzzet’in “Eğer bu yazıt deşifre edilebilirse Türk Çiniciliği’nin bütün meçhul sayılan sırları gün yüzüne çıkabilecektir” dediği Ebul Kasım’ın notlarını günümüz diline çevirmeyi ta o zamandan aklına koyan hocamızın 1966 da defterine kaydettiği bu anının sonundaki cümleye takılıp kalıyoruz.

“Bu tür araştırmaların uzun soluklu, nesilden nesile aktarılması gereken geleneği olmalı, Üniversite bünyesinde oluşan ve yakışanı İznik’te açılacak bir okul veya enstitüde sürdürülmeli”

Bu sesli okuyuştan sonra neden burada kaldığını bir de şöyle anlatıyor Tuna.

“Bunun yanında İznik’i çok sevdiğimden burada kalmayı tercih ettim. İznik, akıllı insanların kurduğu bir kent. Akıl ürününün olduğu görülüyor. Doğayı doğru bir biçimde kullanmışlar. Simya ile Hermetik anlayışı benimseyerek kurmuşlar.”

Konu simyadan açılınca çok sevdiği göstergebilimden ve simgebilimden konuşmak istiyoruz. Ve birde hangi yazarları sevdiğini merak ediyoruz?

“Eğitimci olarak, Adler’ı, Freud’u severim. Nusret Kaya’yı, Umberto Eco’yu severim. Gösterge bilimin anlaşılır kılmasını sağlamıştır.

Felsefe alanında ise doğacıları severim. Sokrates, Platon, Aristo. Çağımızda beğendiğim felsefeci. Joanna Kuçuradi.

“Simge bilim yakın zamanın değil ortaçağın önemli iletişim bilimi. Geliştirilmiş, kaybolmuş simgeler var. Şaman kitlesinden gelmeyiz. İnsan, hayvan, bitki betimlemeleri vardır. Kubad-ı Abad çinileri belli simgelerle ifade edilir. Hayvanlar, kuşlar, çok çeşitli çalışmalar var. Akaryazı günümüze aktardım. Bu dilin nasıl geldiğini, süslü dilin akar dile nasıl dönüştüğünü anlattım.”

Ayrıca hocamız harfleri yüze çeviren, harflerle suretler yaparak hazırladığı sergisinden bahsetti. Belki de meraklı bakışlarımızın bu açıklamayı yeterli görmediğini düşünerek evine davet etti bizi. Uzunca bir süre harflerden yapılmış suretlere baktık. Sonra kaldığımız yerden, Turgut Tuna’nın okuldan mezun olduktan sonraki günlerini sorarak devam ettik.

1976’da Cumhuriyet dönemindeki ilk çini atölyesini Bursa’da kuran Turgut Tuna, okuldan emekli olduktan sonra ekonomik imkânları sınırlıyken bir atölye kuruyor İznik’e. 2007’de de Düş Çinileri Atölyesini kuruyor.

Tüm bu çabalar sonrasında küllerinizden yeniden doğdunuz desek doğru olur mu?

“Ne küllerli diyor” gülerek, “atomlarımdan doğdum.”

Devam ediyor.

“2007 yılında Düş Çinileri Atölyesini kurduk. Üretime geçmeden önce, fikir üretimine geçtik. Fikirleri tartıştık, Model üretmeye modeli eleştirmeye önem verdik. Hocalara sorduk, arkeologlara sunduk, sanat tarihi profesörlerine sunduk. Öğrencilere sunduk, bilgilerini aldık, paylaştık. Bu doğrultular sonucunda üretime geçtik.
Eğer gelenekseli çalışacaksak, bu orijinali gibi olacak, dedik. Tasarım olarak ta kişiye hitap eden ürünler meydan getirdik. Tasarımın sizin zevkinize hitap etmesi lazım, o zaman tasarım muvaffak olmuş olmuş olur. Sanat güzel ile çirkin ile uğraşabiliyorken tasarım, hoşlukla çalışır.”

Sizce tasarım, kendimizi temsil eden midir?

Bir protez gibidir eşya. Hem psikolojik hem de sosyolojik olarak. Tasarımın sizin prestijinizi temsil etmesi lazım. Sizin zevkinizi temsil ediyor, sizi haykırıyor olması lazım.

Hocam az önce Ebul Kasım Çini Defteri’nden söz ettik. Bu defterde İslami Altın Çağın zanaatçı için 11 maddesi var. Bunları mı uyguluyorsunuz, yoksa kendi metotlarınız mı var?

“Benim kendi metotlarım var.”

• Gördüğünü anla.
• Bunu sağlayabilmek için aklını doğru kullan.
• Müspet ilimin getirdiği doğrularla yaşa.
• Müspet ilimi bir meslekte uygulamalısın. Mesleğini öğret.
• Doğru bildiğini onayla ve onaylat.
• Mutlaka doğru sonuçlar aldığın metotları tavsiye et.

“Başka sorunuz var mı?”

Olmaz mı? Hocam, şimdiye kadar gerçekleşmeyen çinicilerin bir araya gelmesi… mümkün mü? Çiniciler derneği buna olanak sağlayabilir mi?

“Mümkün. Çinicilerin bir araya gelmesi için bilinçlenmesi gerekiyor. Bir araya gelip problemlerini araştırmaları gerekiyor. Gerek alaylı gerek mektepli. Çiniciler Derneğinin de buna olanak sağlaması için zaman gerekiyor.”

2010 yılının İznik tanıtım yılı olduğu söylendi. Tanıtım için yapılan bu faaliyetler sizce yeterli mi? Neler yapılabilir?

“Faaliyetlere bilimsel olarak bakıyorum. Tanıtım bilimsel olarak incelenmeli. Mesela İznik nedir, neresidir? Bu sorular çerçevesinde, ihtiyaç olan amaç ne? Niçin, ne elde edeceksin gibi sorular sorulmalı. Nasıl bir metot incelenmeli, ne zaman yapılmalı? Bir projeyi yapmak için kaynaklara ihtiyaç vardır. Bunun içinde kadroya ihtiyaç vardır. Bu kadroda fikir işçileri olmalıdır. Bu ekipte tam donanımlı olmalıdır.”

Şu hususlar çok önemlidir. Faaliyetlerin;

• Yeterli olması lazım
• Verimli olması lazım
• Karlı olmak zorunda
• Yenilenebilir olacak
• İstikrarlı olacak
• Toplum karşısında talep yaratabilen

“Bunlar olmadığı takdirde yapılan faaliyetler anlaşılmaz olur.”

Hocamızın önüne Doğuş gazetesinin eski sayılarından birini, kendisiyle yapılmış bir söyleşiyi gösteriyoruz.

Kent Müzesi için 6 yıl önce atılımlar atılmış. Ve bunun hakkında güzel sözleriniz var. Neden kurulamıyor bir kent müzesi? Nasıl kurulabilir, neler yapılmalıdır hocam?

“Niçin kent müzesi istiyoruz? Yönetim bunun farkında mı? Proje yapmayan kim ve bundan kim sorumlu? Bunları yönetime sormanız lazım.”

2004 yılı mezuniyet konuşmanızda Yüksek Okulumuz için Çakırca’da arazi alındığını ve bu arazinin satıldığını söylemişsiniz.

“Şu anda eğitim gördüğünüz Yüksek Okul Sağlık Meslek Liseli olarak düşünülmüştü yanılmıyorsam. Fakat istemediler bunu. Yapmadılar.”

Yapılması gerektiği halde yapılamayanlardan konuştuk bir süre. Bize hayata geçirmek istediği birkaç projesinden bahsetti.

Dekovil Projesi (Ufak Tren)

“Bu projede iki sur arasında kenti dolaşacak olan bir tren vasıtası ile kenti seyredebilecek bir projeydi. Akbil ile çalışan.”

“Olmadı, Yelken Kulübü dedik. Öğrenciler için bir çalışma, faaliyet alanı. O da olmadı.”

“Yenişehir Kapı civarında KALEDEKİ ZURNACI adında roman orkestrası düşündük. Çarşamba ve Cuma günleri faal olacak. İşte konser olsun, çiçek satan romanlar olsun. Dilenen insan kalmasın istedik.”
“Sizin gibi doğru düşünen, ahlaklı, görgü sahibi insanları görmek benim gelecek için ümit etmemi sağlıyor ve çok keyiflendim.”

“Sizin bu tutumunuz bize güven veriyor, kendimize güvenmemizi sağlıyor.”

“İşimiz bu” deyip gülüyor.

Bize kendisiyle söyleşi yapma şansı verdiği için müteşekkiriz. Saygılarımızla.

Nurettin Taşkın – Fatma Nur Kır